18 Şubat 2012 Cumartesi

Evlerin Yağmur Ormanlarına Dönüşmesi


Bok gülü dediğimiz bir çiçek vardı biz çocukken. Aslında adı bok gülü değildi tabi, bildiğimiz sardunya. O kadar kötü kokuyordu ki mahalledeki çocuklar olarak bu ismi uygun görmüştük ona (şimdi olsa çiçeğe bok gülü demem en fazla gaita gülü derim). Neyse, konu bu değil...

Benim çocukluğumda ki tam olarak fi tarihi oluyor bu. Evlerde, balkonlarda çiçekleri olan (önemli nokta "çiçeği olması") süs bitkileri yetiştirilirdi. Bir çoğu saksıda değil yağ tenekelerinden, yoğurt kaplarından oluşturulmuş saksılarda yetiştirilirdi. Kadınlar birbirlerine bu çiçeklerin fidanlarını alıp-verirlerdi. Altın günlerinin, ikindi çaylarının vazgeçilmez konularından biri de çiçeklerin bakımı ve fidanının nereden bulunduğu idi.  En güzel çiçekleri kimin  yetiştirdiği hususunda tatlı bir rekabetleri vardı gizliden. Hal böyle olunca mahalle rengarenk olurdu. Kırmızı/turuncu/beyaz sardunyalar, mor/sarı menekşeler, beyaz/kırmızı/mor cam güzelleri, bordo/sarı kadife çiçekleri, hanımeli, kasımpatı... Bu çiçeklerin hoş kokuları(sardunya hariç) sarardı evleri, tüm mahalleyi.



Şimdi de evlerde çiçek(?) yetiştiriliyor. Daha doğrusu ev bitkileri yetiştiriliyor. Ev bitkileri! Evet evet artık evlerimizi "ev bitkileri" dediğimiz, çiçekleri olmayan, boyları bizim bahçedeki zeytin ağacından ve benim boyumdan uzun, geniş yapraklı, amazon ve yağmur ormanlarından kopmuş gelmiş bitkilerle dolduruyoruz.

Şeflera, difenbahya, mavi ladin, ladin, arakorya(bildiğin çam ağacı), benjamin (anavatanı tropikal Asya) ... 

 Artık insanlar doğadan kopmadan yaşamak istiyor ve bunu da belirli bir metrekareye sığdırıyor. Aslına bakarsanız çok da mantıksız değil. Evin içinde bir orman oluşturuyorsunuz. Börtü böçek yok, istediğin zaman piknik  de yapabilirsin bi sürü yol gitmeden üstelik. Tek eksik bir göl veyahut akarsu, onun da çaresi var. Leğene su doldurup koyarsın olur biter. nedir yani?