24 Kasım 2012 Cumartesi

özledim, çok özledim...



babaannemin heybede sakladığı leblebi şekerini, yalın ayak koşmayı, kız kardeşimin arkadaşlarımla oyun oynayacağım zaman peşime düşmesini, mehmet'e tehditle evcilik oynatmayı, babamla birlikte izlediğim siyaset meydanı programlarını, yağmurlu günde evde oturmayı, kestaneyi, mandalina kokusunu, sobanın üzerindeki çaydanlıkta kaynayan su sesini, limon ve portakal bahçelerinin arasından geçip okula gitmeyi, dışardan eve gelince her yanı sarmış yemek kokusunu, babamın eve her akşam elinde bonibon ve hobby ile gelmesini, annemin saçlarımı taramasını, toros dağlarını, dağ-bayır gezip bulduğum her otu eve çiçek diye getirip annemden azar işitmeyi, ağaçtan meyve koparıp yemeği, her daim dizleri yara bere içinde olan halimi, ip atlamayı, akşam vakti saklambaç oynamayı, gürültü yapıyoruz diye huysuz amcanın gelip oyunumuzu bozmasını, şerife ile komşunun bahçesinden erik çalmayı, mahallenin en yakışıklı abisi fikret'i, susam sokağı'nı, şeker kız candy'yi, süper baba'yı, bizimkiler'i hatta yalan rüzgarındaki jack'i, ablamı, babaannemi,


en çok da kara kuru o küçük kızı, çocukluğumu, vatanımı, 

özledim, çok özledim...

18 Nisan 2012 Çarşamba

Bir Nefes

öylesine bir gün yaşamak istiyorum. ne dün kim olduğumu ne de yarın ne yapacağımı düşünmediğim, öylesine bir gün sadece.

18 Şubat 2012 Cumartesi

Evlerin Yağmur Ormanlarına Dönüşmesi


Bok gülü dediğimiz bir çiçek vardı biz çocukken. Aslında adı bok gülü değildi tabi, bildiğimiz sardunya. O kadar kötü kokuyordu ki mahalledeki çocuklar olarak bu ismi uygun görmüştük ona (şimdi olsa çiçeğe bok gülü demem en fazla gaita gülü derim). Neyse, konu bu değil...

Benim çocukluğumda ki tam olarak fi tarihi oluyor bu. Evlerde, balkonlarda çiçekleri olan (önemli nokta "çiçeği olması") süs bitkileri yetiştirilirdi. Bir çoğu saksıda değil yağ tenekelerinden, yoğurt kaplarından oluşturulmuş saksılarda yetiştirilirdi. Kadınlar birbirlerine bu çiçeklerin fidanlarını alıp-verirlerdi. Altın günlerinin, ikindi çaylarının vazgeçilmez konularından biri de çiçeklerin bakımı ve fidanının nereden bulunduğu idi.  En güzel çiçekleri kimin  yetiştirdiği hususunda tatlı bir rekabetleri vardı gizliden. Hal böyle olunca mahalle rengarenk olurdu. Kırmızı/turuncu/beyaz sardunyalar, mor/sarı menekşeler, beyaz/kırmızı/mor cam güzelleri, bordo/sarı kadife çiçekleri, hanımeli, kasımpatı... Bu çiçeklerin hoş kokuları(sardunya hariç) sarardı evleri, tüm mahalleyi.



Şimdi de evlerde çiçek(?) yetiştiriliyor. Daha doğrusu ev bitkileri yetiştiriliyor. Ev bitkileri! Evet evet artık evlerimizi "ev bitkileri" dediğimiz, çiçekleri olmayan, boyları bizim bahçedeki zeytin ağacından ve benim boyumdan uzun, geniş yapraklı, amazon ve yağmur ormanlarından kopmuş gelmiş bitkilerle dolduruyoruz.

Şeflera, difenbahya, mavi ladin, ladin, arakorya(bildiğin çam ağacı), benjamin (anavatanı tropikal Asya) ... 

 Artık insanlar doğadan kopmadan yaşamak istiyor ve bunu da belirli bir metrekareye sığdırıyor. Aslına bakarsanız çok da mantıksız değil. Evin içinde bir orman oluşturuyorsunuz. Börtü böçek yok, istediğin zaman piknik  de yapabilirsin bi sürü yol gitmeden üstelik. Tek eksik bir göl veyahut akarsu, onun da çaresi var. Leğene su doldurup koyarsın olur biter. nedir yani?

8 Ocak 2012 Pazar

Hastane Mimarisi


amazon ormanının derinliklerinde yol bulmanın hastanede isteğin yere ulaşmaktan daha kolay olduğu gerçeğini gözler önüne seren modern mimarinin bizlere sunduğu bir güzellik.

hastane mimarisinin olmazsa olmazı bu kural sayesinde kaç kişinin kardiyoloji servisi yerine ürolojiye, dahiliye yerine immünolojiye, doğumhane yerine psikiyatri erkek kapalı servisine ulaştığını ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. zaten böyle bir istatistik de yok.


*********
ben: merhaba, hemşirelik hizmetleri müdürlüğü'ne nasıl gidebilirim?

danışma: burası a blok, bu binadan çıkın ve sağ taraftan binanın arkasına yürüyün, karşınıza c blok çıkacak , içeri girin ve d koridorunun sonundaki personel asansörüne binin, 3. katta inip b koridorundaki tüp geçitten yönetim binasına geçin. sonra 5. kata çıkın ve a koridorundan ilerleyin karşınıza çıkacak.


ben: (oha! ne dedi bu kadın) teşekkürler.

yüz ifadem küçük ceylan- küçük emrah birleşimi bir hal içerisinde hastanenin iğne atsan yere düşmeyen koridorlarında kaybolmak üzere yola koyuldum. birkaç kez daire çizip başladığım noktaya dönmüş olsam da yılmadım ve sonunda muvaffak oldum.

ben: merhaba.
müdür: ...
ben: ...
müdür: ...

müdür: evraklarınız tamam. kalp ve damar cerrahisi başhemşiresi ile görüşün. tekrar 3. kata gidin, tüp geçitten c bloka geçin. binadan dışarı çıkın tam karşıda b blok var. zemin katta b koridorunda personel asansörünü kullanın ve 5. kata gidin.

ben: peki, teşekkürler (en kısa sürede bir navigasyon cihazı almalıyım).

"daha önce buradan geçtim sanki", "birine sorsam mı acaba?" "bu koridorun sonu var mı ki?" gibi birbirinden güzel soruları kendi kendime 1243 kez sorup-cevapladıktan sonra başhemşirenin odasına ulaştım.

ben:...
baş hemşire: ...

baş hemşire: servis 4. katta c koridorunda. b koridorunun sonunda ise yoğum bakım bulunuyor. kalp-damar cerrahisi ameliyathanesine ise -1. katta d koridorunun sonundaki kapıdan giriliyor. soyunma odası ise zemin katta, c koridorunda çocuk cerrahisi danışmanın sağ tarafındaki konferans salonunun yanında.

ben: anladım ( bugün bir kişi daha yer tarif ederse cinnet geçirip onu öldüreceğim, bu ne ya? midem bulanıyor, gözüm kararıyor. başım dönüyor. kendimi hiç iyi hissetmiyorum. neden? hişşt o değil, çıkar aklından onu.)

ben: hastanenin krokisi varsa alabilir miyim?

baş hemşire: daha önce böyle bir istek hiç almamıştık.

ben: ...

baş hemşire: bir hafta sonra işe başlarsınız.

************

ve işte ilk günüm. başıma geleceklerden habersiz sabahın yedisinde a/b/c/d koridorlarından birinden servise ulaşmanın yollarını ararken karşıdan gelen bastonlu yaşlı teyze o ölümcül soruyu sordu;

- kızım ben patagona nasıl gideceğim?

+ bilmiyorum hanıme........ aaaaaağğğhhhhhhhhhh ( teyze elindeki bastonu olanca gücü ile bacaklarıma yapıştırdı. teyzenin idolü belli ki muhammed ali. affetmedi valla. ben en son ortaokulda annemden tokat yemiştim. incir ağacından düştüğümde patlatmıştı bi tane. düşündümde annem de psikopatmış. bendeki talih de maşallah hiç değişmemiş.)

- güleç yüzlü çirkef.

+ yüleç yüzlü çirkef ne be?

güvenlik: napıyon teyze? niye vuruyon hemşireye?

güvenlik: iyi misiniz hemşire hanım?

+ iyiyim.

- bana patagonun yerini tarif etmedi.

güvenlik: etmez tabi teyze. ben 10 yıldır burdayım, patagonu bende tarif edemem.

+ patoloji o, patolojiyi soruyor, benim ilk iş günüm de.

güvenlik: teyze gel ben götüreyim seni, tarifle bulamazsın orayı. hemşire hanım siz de hastalara çok yüz vermeyin.

allahım yarabbim ya! bu nasıl olur? işte ilk günüm; kayboldum, üstüne bir hasta yakınından dayak yedim, oda yetmedi güvenlik görevlisinden hastalara nasıl davranacağım konusunda ders aldım. kendimi öpesim var...

günün sonunda şiddet mağduru bir zavallı olarak bacağımdaki morluk nedeniyle, yağmurlu havanın keyfini süremediğim için mimar arkadaşlara, anatomik yapı yetersizliği nedeniyle on numara küfürler yağdıramadımsa da "nihat doğan'la survayvır adasında yalnız kalırsın inşallah", "semra kaynana gibi kaynanan olur inşallah", "evinin altında petrol çıksın inşallah da birleşik devletler evine demokrasi getirsin" nevinden modern zaman bedduaları etmedim değil.

tüm bu yaşadıklarımdan sonra mimar arkadaşların cevaplamasını istediğim birkaç sorum var;

? mimarı tasarım dersinde profesör:

-arkadaşlar hastane mimarisinde en önemli kural hastanın kaybolmadan hastaneden çıkamamasıdır. bu kuralı uygulayabiliyorsanız başarılı bir mimarsınız.
şeklinde beyinlerinizi mi yıkıyor?

? hastaneden kaybolmadan çıkan hastaya mimarlar odası tarafından herhangi bir hediye veriliyor mu? bir plaket ya da övünç madalyası? daha da önemlisi hastaneden kaybolmadan çıkan bir insan evladı var mı?

? hastane tasarlayan mimarlar olarak kim daha karmaşık bir bina tasarlayabilir gibisinden bir yarış içinde misiniz?

ve son olarak;


? bulmaca sayfalarındaki "hangi yoldan gidersem çıkışı bulurum" bölümlerini siz mi hazırlıyorsunuz?